Tumgik
#Ben sonu kendime başlangıç yaptım
deniz-mehtap · 12 days
Text
“Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğundan söz etmiyor.”
85 notes · View notes
demeterkuasar · 6 months
Text
Ben sonu kendime başlangıç yaptım.
19 notes · View notes
sade1-adam · 8 months
Text
“ Ben sonu kendime başlangıç yaptım.”
Zaman Dışı Yaşam, Tezer Özlü
18 notes · View notes
yollarda5 · 6 months
Text
Ben sonu kendime başlangıç yaptım.
#TezerÖzlü
Tumblr media
2 notes · View notes
andreytarkosvky · 7 months
Text
Tumblr media
"ben sonu kendime başlangıç yaptım."
Tezer Özlü.
3 notes · View notes
Text
Ben, sonu kendime başlangıç yaptım.
9 notes · View notes
tragiclady · 1 year
Text
Ben sonu kendime başlangıç yaptım.
~Tezer Özlü
0 notes
kumsal-thingss · 2 years
Text
Tumblr media
Ben sonu kendime başlangıç yaptım...
159 notes · View notes
metizel · 3 years
Text
+Korkmuyor musun?
-Hiçbir şeyden korkmuyorum.
+Bu gücü nereden alıyorsun?
-Hiç'ten. Ölümden. Ben sonu kendime başlangıç yaptım.
18 notes · View notes
canherguner · 3 years
Text
2020 Rally Turkey
Tumblr media
WRC hikayesi bir rüya ile başladı. Covid-19 nedeniyle hayatlarımız topluca değişmeye başlamış, 2020 sezonu sponsorluk arayışlarım olumsuz sonuçlanınca yarışma hayallerim ertelenmişti. Bu sezon yarışmak hiç aklımda yokken, bir gece gördüğüm alakasız bir rüya beni buralara sürükledi. Rüyamda yıllar sonra Hitit Rallisi Ankara’ya dönmüş, ben ise bir Rover 216 kiralayarak ralliye katılmıştım. Bu rüyanın sabahında, güne başlangıç kahvemi yudumlayıp iş planı yaparken, not defterimden yeni bir sayfa açıp WRC için maliyet analizi yapmaya başladım sebepsizce. Sonrasında arkadaşım Murat Can Şen’i arayarak yeni oluşumu olan “Rallyabroad” bünyesinde yarışmak ile ilgili görüştüm. Başlangıçta yüksek maliyetler nedeniyle sıcak bakmadığım organizasyon yaklaştıkça fikrim değişmeye başlamıştı.
Yarışa yaklaşık 1 ay süre kala Murat Can beni aradı. “Katılıyor muyuz?” dedi. Bir gün düşünme süresi istedim. Bu esnada değer verdiğim ralli pilotu dostlarımı arayıp beyin fırtınası yaptım. Herkes “yarışı bitiremezsin, girme bence” diyordu. Sevgili Cem Alakoç ve Berkay Şavkay ise aynı düşüncede olmalarına rağmen son anlarda girmem konusunda olumlu katkılarda bulundular bana. Ertesi gün kaydımızı yaptırmaya karar vererek ilk adımı atmış olduk. Şimdi dönüp bakınca iyi ki girmişim diyorum bu yarışa.
Road to İzmir
Yarış haftasından 1 hafta önce, Çarşamba günü Murat ile beraber yola koyulduk.
Tumblr media
Gece İzmir'e vardığımızda Harun Abi karşıladı bizi. Otel ana yolun dibinde olduğu için biraz gürültülü idi. Yarış öncesi klima çarpar korkusu ile Murat'a klimayı açtırmadım. Mecburen pencere açık uyumak zorunda kaldık böyle olunca. Murat gürültüden söylenirken, en son tepemizde inişe geçen uçağın sesi ile kahkahalara boğulmamız bir oldu :)
Perşembe sabahı garajda aldık soluğu. Otomobilimiz bir cadde otomobilinden ralli otomobiline çevrilmişti ve ilk kez biz yarışacaktık bu otomobille. Durum böyle olunca işin içine benim mesleki takıntılarım da girdi. Bir çok detayı bizzat kendim sil baştan yapmak istedim. 
Tumblr media
Murat Can da bana güvenerek otomobilini ellerimize teslim etti. Öncelikle tamponu söktük, elektrikli fan ve fan müşürü revize edildi. Elektrik tesisatı düzenlendi. Wrc gibi Zorlu bir yarışta otomobili korumamız gerektiğinin bilinci ile tampon üzerinde bulunan hava girişlerine deli bağlarcasına ızgara tel monte ettik. Sevgili Erkan Güral abimin Evosunun tamponuna giren Kaya hala aklımdaydı. 
Perşembe akşamı çok komik bir olay oldu. Murat Can gecenin ilerleyen saatlerinde İstanbul’dan İzmir’e geldi. Çalışmalarımızı bitirip yanımızda götüreceğimiz yedek parçalar hakkında konuşmaya başlamıştık. Depoya çıkıp parçalara bakalım dedik. Önde Murat Can, arkada Murat Yılmaz, en arkada ben depoya girecektik. Murat Can kilidi açıp telefonunun feneri yardımıyla karanlık depoya girdi. Murat Yılmaz da arkasından içeri girdi. Tam kapıya yaklaştığım esnada içeride içeride resmen kıyamet koptu. Bağırışlar, ahh sesleri, yerlere düşen eşyalar, çok hızlı hareket eden telefon feneri ve kedi çığlıkları :) Tam kapının ağzındayken üzerime doğru gelen kedi can havliyle kendini dışarı attı. Dışarı çıkarken de Murat Yılmaz’ın kaba yerini tırmalayıp çıkmış bir de. Sonra Murat Yılmaz çıktı dışarı tırmalanmış halde. En son Murat Can çok ciddi ve resmi bir ifadeyle hiçbir şey olmamış gibi çıktı dışarı.  Beni bir gülme krizi tuttu anlatamam. Yaklaşık yarım saat ağlaya ağlaya güldüm. Bu olay tüm yarış boyunca istisnasız her gece uyumadan önce aklıma geldi ve yatakta uyku öncesi kahkahalara boğuldum.
Tumblr media
Kalan süreçte otomobilin koltuk baglanti raylari monte edildi. Egzoz sistemi onarıldı. Sıfır alt kaplama yapıldı. Hazırlıkların majör kısımları tamamlandıktan sonra kalan minör eksiklikleri Marmaris’te teknik ekibimiz tamamlayacaktı.
Covid Kabusu
14 Eylül günü çalışmalarımızı tamamlayıp gece 22.00 gibi yola koyulduk. Gün içerisinde Covid testi için randevularımız alınmıştı. Marmaris’e vardığımızda gece 01.00 gibi PCR testi için numune verecektik. Marmaris’e doğru yol alırken stresten nefesim daraldı. Okaliptüslü pastilde aradım rahat nefes almayı. Haftalardır aklımda dönüp duran “ya pozitif çıkarsam ve yarışamazsam” fikri beni ciddi strese sokuyordu. Gece 01.00 sularında Marmaris’e vardık. PCR testi için numunelerimizi verip otele yerleştik. Sonuç çıkana kadar içim içimi yemeye devam edecekti. Bu tedirginlik yeni başlamamıştı. Yarışa girme fikri kafamda yer edindikten sonra da Ankara’da stres dolu günler geçirdim. Hatta durum psikolojik bir sıkıntı halini aldı, alerjik astımımı tetikledi. Nefessiz kaldığım zamanlar oldu. Sevgili eczacı dostum Ümit ile konuşana kadar sıkıntılı bir süreç geçirdim. Sonrasında alerji ilaçları ile huzura kavuşabildim.
Sabah olduğunda servis alanına doğru yola koyulduk.  Test sonuçlarımız çıkmadığı için servis alanına girmemiz yasaktı. Bu nedenle ormanın içinde kendimize geçici bir servis alanı kurduk.
Tumblr media
Çorlu’dan gelen mekanik ekibimiz Drag Service, burada otomobillerimizin kalan eksikliklerini tamamladılar. Akşam saatlerinde negatif test sonuçlarımız çıkınca bilekliklerimizi takarak servis alanına girdik.
Antreman
Normalde co-pilot olarak yol notu antremanı yapmayı sevmem. Bu sefer direksiyonda olunca durum değişti. Kiralık otomobilimiz Fiat Egea ile antreman yaptık. Ben hızlı not yazdırmaya alışkın olduğum için, ilk gün ilk etapta bir sapağı kaçırdık. Harika manzaralı dik bir yokuşta otomobilimiz kuma saplandı. 
Tumblr media
Yaklaşık yarım saatlik bir uğraş sonrası buradan kurtulup antremanımıza olması gerektiği gibi devam ettik. Yokuşun sonuna kadar inen diğer yarışmacı arkadaşlar bizim kadar şanslı değillerdi. Yolun aşağısında mahsur kalarak antremanın kalan kısmını kaçırdılar. Bir etabın çıkışında yakıtımız bitti, menzil göstermemeye başladı. Akaryakıt istasyonuna kendimiz zor attık. 
Antremanın 2. günü bizim için çok zor geçti. Henüz sabah etabında yol notunu kontrol ederken küçük bir tepecikten geçtik. Sağ arka lastiğimizden bir ses gelmeye başladı. Şansımıza etap çıkışı servis alanının yanından geçiyorduk. Servise uğrayıp lastiğimizi değiştirdik hızlıca.
Tumblr media
Antremanın son kısmına geldiğimizde Fiat Egea’nın ESP sistemi bizi yoldan çıkardı. Pandülle döneceğimiz bir sağ - sol viraj ikilisine kayarak biraz hızlı girdim. Tam otomobili ikinci viraja sokacakken ESP çalıştı ve dümdüz yol yanındaki bankete girdik. 
Tumblr media
Otomobil buraya saplandı. Çıkarabilmek için etapçı arkadaşlardan yardım istedik. Neyse ki hasarsız şekilde otomobilimiz buradan çıktı ve antremana devam edip günü tamamladık.
Tumblr media
Zorlu antreman sonrası antreman otomobilimizin debriyajı zayıflamıştı ve kullandığımız toprak lastikleri neredeyse bitmişti.
Tumblr media
1.Gün Yol notlarını temize çekip, otel odasında yaptığımız yol notu çalışmaları sonrası beklediğimiz zaman gelmişti. Marmaris merkezden start aldık. Seramonik start noktası tel örgülerle çevrilmiş ve seyircilerden izole edilmişti. 2017 senesinde aynı yerde adım atılamayacak kadar kalabalık içerisinde start almıştık. Şimdi ise etrafta doğru düzgün insan yoktu.
Tumblr media
Seremonik start sonrası yarışın ilk özel etabına geldik. Startta uzun bir kuyruk vardı. Belirsiz olan nötralizasyon süresi, yerini özel etap iptaline bırakmıştı. Bu etabı karanlıkta gazlamadan geçmek durumunda kaldık. Etaba girince resmen şok olmuştum. Yol notunu çıkardığımız etap resmen yok olmuş, yerine bambaşka bir etap gelmişti. Gazlamadığımız halde, yer yer derinliği yarım metreye yaklaşan kanallar nedeniyle otomobili yolda tutmakta çok zorlanıyordum. Otomobilin dar iz düşümü yolumu seçmeme izin vermiyordu çoğu zaman. Bazı yerlerde yavaş gitmek riskliydi. Kanala oturup bir daha çıkılmayacak durumdaydı sert virajlar. Bu etabı kazasız belasız tamamlayıp servise dönünce sürprizler çıktı karşımıza. Torsiyon bilyamız dağılmıştı ve sol arka teker pinpon topu gibi oynuyordu. Yarışın geri kalanını bu şekilde tamamlamak zorundaydım. Elektriksel bir kaç sıkıntı daha vardı, bunları mekanik ekibimiz başarıyla onardılar. 
Tumblr media
Servis sonu kapalı parka giderken önümüze WRC otomobili denk gelmesi hoş olmuştu.
2.Gün  2.gün ilk etaba geldiğimizde her şey çok güzel başlamıştı. Otomobili kırmayacak şekilde iyi bir tempoda gidiyorduk kendimizce. Yarışa gelirken sponsorsuzluk nedeniyle tercih etme durumunda kaldığım 9 veya 10 yıllık Lassa lastikler beni yolda bıraktı. 
Tumblr media
İlk lastik bir taşa temas edip patladı. Diğer lastikler ise düzlükte patladı. Evet, 1 ertabın içerisinde tam 3 kere lastik patlattık. 
Tumblr media
İlki sağ ön, ikincisi sol ön, üçüncüsü sol ön olmak üzere. Son lastik çok kötü bir şekilde veda etti bize. Az kalsın takla atacaktık. Uzun, dar ve inişli bir düzlükteyken birden sol taraf kilitlendi. Otomobilin sağ arkası öne doğru savruldu. Bu şekilde biraz kaydık, sağ tekerler üzerine havaya kalkıp tekrar 4 teker üstüne düştük. 
Tumblr media
Jant kırıldığı için otomobil hareket edemiyordu ve yol tıkanmıştı. Bu nedenle etap durduruldu. Yarışın son gününe kalmıştı ümitlerimiz.
3.Gün  Önceki gün yaşanan şanssızlıklar sonrası Murat Can bana elindeki Yokohama marka lastikleri teklif etti sağolsun. Bu lastiklerle en azından bayat lastik faktörünü ortadan kaldırıp kafamı rahatlatmayı başarmıştım.
Tumblr media Tumblr media
 İlk etapta çok güzel bir tempo ile keyifle yol alıyorduk. Yarışın en uzun etaplarından birisiydi bu etap.
Tumblr media
12.km de bulunan yokuş yukarı sağ viraja geldiğimizde otomobilimizin şanzımanı kırıldı. Böylece WRC hikayesi bizim için son buldu. Kaldığımız yer tam olarak şöyleydi:
Tumblr media Tumblr media
Yarış sonunda etapları anlatırken abarttığımı düşünen arkadaşlarım vardı. Neyse ki seyirci dostlarımdan etapların durumu ile paylaşımlar yapılmıştı. Bu fotoğraf hatıralarda yerini aldı:
Tumblr media
Kurtarıcı gelip bizi tahliye yolundan dışarı çıkardı. Bu sırada ikinci loop için gelen WRC otomobilleri yanımızda duruyordu. Murat yolun kenarında beklerken Evans geldi, Murat’a su verip geçmiş olsun dedi. Uzun bir bekleyiş ardından çekici ile servis alanına döndük. Ödül törenini izledikten sonra otele döndük ve istirahate çekildik. Ertesi gün ise ekibimizle ayrılarak Ankara’ya doğru yola koyulduk.
Teşekkür Faslı Öncelikle yarış bana güvenip yarış otomobilini bana emanet eden arkadaşım Murat Can Şen’e, Sadece co-pilotluk yapmayıp, hem organizasyon hem mekanik işler hem de her bir konuda bana yardım eden değerli dostum, kardeşim Murat Yılmaz’a, Ankara’da yapılması gereken işleri kovalayan Mustafa Gürdal’a, Yarış süresince garajı emanet ettiğim Okan Özyüksel abime, Ankara’dan koordinasyona başlayıp, Marmaris’te koca takımın işlerine koşturan sevgili dostum Ozan emre Yazıcı’ya, Yarışa yetişip her bir işimize koşturan Dağhan Kutluata’ya, Ali Doğukan’a, Doğu’ya, Deniz’e, Tüm Drag Service ekibine, Tüm rallyabroad ekibine, Özkan ve Furkan’a, Yarışa psikolojik olarak hazırlanmamı sağlayan biricik abim Berkay Hakkı Şavkay’a, Beni gaza getiren can dostum Cem Alakoç’a, Ankara’dan bizi izlemeye gelen Yiğit’e ve organizasyonda emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. (Bu satırları büyük bir yorgunlukla çok geç saatte yazıyorum, atladığım dostlarım varsa ne olur kusura bakmasınlar. )
Son söz: 
İyi ki katılmışım! Aynı imkanlar bir daha olsa bir daha start almak isterim :)
2 notes · View notes
sevgiigvess · 4 years
Text
Bugünün benim için yeni bir başlangıç olmasını istiyorum. Tekrardan güzel kararlar alıp hayatıma yansıtmak istiyorum. Bunu bir çok kez yaptım evet ve hepsi hüsranla sonuçlandı çok kötü günler geçirdim, herkes gibi, ama artık elimden geldiğince hayatım için olumsuz olan şeyleri düşünmemeye çalışacağım ve her günümü burada paylaşacağım. Ne hissediyorsam anlatmak yerine yazacağım. Ben tedaviye başladım. Yaklaşık bir aydır ilaç ve terapi tedavisi alıyorum. Hayat benim için yaşanılamaz bir hal almıştı, kendi canıma kıymak istemiştim. Üstelik ailemi çok üzüyordum. Keşke beni tanımış birisi olabilseydiniz böylece durumun ne kadar içler acısı olduğunu anlayabilirdiniz. Doktor orta derecede depresyon tehşisi koydu. Ama ben hiç orta derece falan hissetmiyordum, öyle kötü hissediyordum ki tarifini bile yapamıyorum bir şeyler beni öylesine boğuyordu ki derin derin nefes alıp vermeyi bile özlemiştim. En kötüsü ise hayal kuramıyordum. Hayallerime öylesine bağlı biriydim ki ben onlar beni ayakta tutuyordu. Onlarda gidince çırılcıplak kaldım. Aslında basit bir şey ve çoğu insanda rastlanabiliyor fakat ben öyle biriydim ki düştüğümde bir yerim çok acıdığında bile gülüyordum. Her zaman ama her zaman olumlu düşünen biriydim. Yolun sonu kötü olsa bile ben yeni yollar açmayı deniyordum ellerimle, tırnaklarımla. Hala kendime çok şaşırıyorum benim gibi birinin böyle şeyler yaşaması çok tuhafıma gidiyor. Ama artık şunu düşünebiliyorum: Şuan bunları yaşıyor isem mutlaka bir nedeni vardır. Nasıl bir nedeni olabilir inanın bilmiyorum, ama bir umut... Artık tekrardan "O"  Sevgi olmak istiyorum. Bunu yapabilirim değil mi, başarabilirim?
7 notes · View notes
rowoonlt-blog · 5 years
Text
Ben sonu kendime başlangıç yaptım.
1 note · View note
thefutureslimm-blog · 6 years
Text
2015
Herşeyin başlangıcı olduğu hayatımdaki en lanetli sene olabilir. Ya da hayatımın dönüm noktası olarak da adlandırılabilir bilmiyorum..
Her neyse hikaye şöyle;
Orta okulda kilosuyla alay edilen, bu konuda zorbalığa uğrayan çocuklardandım ben. Sesim güzeldi ve okulumuzda her sene sonunda okulların kapanacağı zamanlarda bir yıl sonu gösterisi oluyordu ufak çaplı ve şarkılar söyleniyor, dans kareografileri yapılıyordu. Önceki yıllarda kilom sayesinde düşük olan özgüvenim yüzünden seçmelere katılma cesareti gösterememiştim. Ama bu sefer orta okulda son senemdi ve annemin ısrarlarıyla seçmelere katılmıştım ve seçmeleri yapan müzik hocam sesimi beğenmişti. Hatta seçmelere katıldığıma şaşırdığını da söylemişti çünkü her ortamda da olduğu gibi özellikle yaşıtlarımın çoğunluk olduğu okulda genelde pasif ve utangaçtım ve hocam bu konuyu alabilmem konusunda gösterinin yardımı dokunacağını düşündü ve gösteriye katılmam gerektiğini söyledi.Birkaç grup vardı ama ben tek sahne alacaktım çünkü benimle olmak isteyen arkadaşım yoktu. Gruplar okul çıkışı okul bahçesinde ya da manasız bir şekilde okulun en üst katına yapılmış olan geniş spor salonunda beraber çalışıyorlardı ama ben Gösteri gerçekleşene kadar tek başıma evde çalıştım. Ciddi anlamda heyecanlıydım ve herşeyin mükemmel gitmesini istiyordum, derken gösteri günü geldi çattı. En sonuncu gösteriden bir önceki gösteri, yani 8. Sıradaydım. Sahne arkasında giyinme konusunda rahat etsinler diye kızlara özel bir oda yapılmıştı oraya girdiğimde normal kıyafetlerin altında bile zayıf ve benden kat ve kat güzel olduğunu düşündüğüm kızlar vardı. Öylesine güzel buluyordum ki onları, o gün onların önünde giyinemedim okulun tuvaletinde giyinmeye çıktım çünkü bedenimi onların görmesini istemiyordum, bedenimi kendimden bile saklıyordum. Tabi o zamanlar anoreksiya ve bulimia vb şeylerin varlığından haberdar dahi değildim. Bildiğim tek şey bedenimi sevmediğimdi, belki de bu yüzden tartıya çıkmayı sürekli Reddediyordum.. Sıra bana gelmek üzereydi ve heyecandan kalbim pır pır ediyordu. Annemi görmeye ihtiyacım vardı. Bugüne kadar beni gerçekten olduğum gibi sevdiğine ve hiçbirşekilde desteğini benden esirgemeyeceğine inandığım tek insana ama göremedim. Sahneden çıkmama hocam izin vermedi çünkü o sırada hem sahnede gösteri vardı hem de bir sonraki sahneye çıkacak olan bendim. Üstelemeyip sıramın gelmesini bekledim.
Sıra bana geldi ve sahneye ilk adımımı attım. Öyle büyük bir sahne değildi küçüktü, salonu da öyleydi. İçine alabileceği izleyici sayısı sınırlıydı. O küçük salonda gözüm ilk olarak annemi aradı beni görünce hemen telefona sarılmış ve videomu çekmeye başlamıştı. Ardından müzik geldi ve söylemeye başladım sesim titriyor gibiydi, gözlerimi heyecandan bayılırım korkusuyla kapatamıyordum. Şarkı Demi Lovato Heart Attack tı ve ses olarak yüksenilmesi gereken kısımlar vardı ve doğal olarak o kısma gelmiştim. Söylüyordum ve Bi an seyircilerin arasından "bağırma lan şişko" diye bir ses ve arkasından bir takım gülüşme sesleri geldi. Bunlar istemsizce kendimi maskot gibi hissetmeme sebep oldu. Ve eğer 14 yaşında 109 kiloluk, bedeniyle barışık olmayan birisiyseniz maskot olmak sizin için eğlenceli değildir.. Zar zor bir şekilde şarkıyı bitirdim ve kızarmış koca suratıma yalancı bir gülümseme yerleştirdikten sonra gösterisi biten diğer arkadaşlarımın aksine kendimi sahne arkasına attım. Son grup dışında kimse yoktu onlar da bana uzaktan öylece bakıyorlardı. Ve o zamanlarda insanların gözlerini üzerimde hissetmek hoşuma giden birşey değildi. Kollarım hemen oturduğumda katlanan karnımı örtmek için bacaklarımın üstüne giderdi ve başımı avuçlarıma yaslar öylece bu utanç duygusunun bitmesini beklerdim. Onlar sahneye çıktı ve başımı avuçlarımdan kaldırıp boş, beyaz ve pis duvarlara gösteri bitene kadar gözlerimi dikmeye başladım. Gösteri bitti ve herkese başarı belgesi gibi birşey verdiler. Annem beni sahne arkasından aldı ve eve doğru yürümeye başladık bana ne kadar harika olduğumdan bahsedip duruyordu bense onun bu dediklerinden güç alıp o çocukların bana "şişko" diye bağırmasını unutmaya çalışıyordum. Bu durumdan öncesinde de okulda adım çoğu kez obeze çıkmıştı bu berbat bir durumdu. Birkaç gün sonrasında tartılmaya karar verdim, üzerimden iç çamaşırlarım hariç herşeyi çıkardım ve cam tartının üzerine geçtim birkaç saniye gözlerimi kapattıktan sonra gözlerimi rakamların döndüğü kısma yöneltip izlemeye başladım 60,66,74,80,90,100.. 108,6 da durduğunu gördüm. Dünyamın başıma yıkıldığı an diyebilirdim o ana. Ve sırf onun acısından birkaç günümü hiçbirşey yapmadan sırf ağlayarak geçirdiğimi hatırlıyorum
Burası işin başlangıç kısmıydı ve biz şuan düğüm kısmına geçiyoruz
Bu kadar yüksek bir kiloya sahip olduğumu tahmin dahi edemezdim. Kontrolsüz ve doyumsuz bir iştaha sahiptim o zamanlar. Buna dur demem gerekiyordu. Normal insanlar gibi sağlıklı bir diyet yapmak istedim ve birden çok diyetisyene gittim fakat sonuç hep aynıydı hatta 2 kilo bile almıştım. Kendim müdahale etmem gerektiğini düşündüm ve daha öncesinde oyun oynamak ve müzik dinlemek dışında kullanmadığım o İnterneti zayıflama için kullandım. Kereviz sapı gibi adını şuan unuttuğum bir sürü yeşil sebzenin saplarını kopartıp detokslar yaptım, gece yatmadan önce pul biber ve yoğurt, chia tohumu, fit love korse, spor salonunda geçen saatler yetmezmiş gibi evde ekstra yapılan antrenmanlar ve son olarak şok diyetler. Yaptığım herşeye rağmen sonuç alamayınca deliye döndüm ve bu şok diyetlerden sırayla denedim. Hala aklımdalar ilk denediğim diyette sabah 1 bardak meyve suyu, öğlen 1 adet meyve ve akşam 1 adet meyve. Bunu 1 hafta spor ve antrenmanlarla yaptığımda 2 kilo verince yumurta diyetine geçtim o da şöyleydi sabah 1 tane haşlanmış yumurta akşama yağsız omlet (öğlen yemeği yok) ondan da etkili bir sonuç alınca bu yeme şeklini kendime edinmeye başladım sabahları sadece sulu şeyler tüketiyordum örneğin su, meyve suyu veya tuzsuz, baharatsız çorba vs ve akşam yemeği de o akşamlar annem ne yaparsa ondan bir tabak yiyordum. Fakat bu düzen sadece 1 aydan kısa sürdü. Karnımın inmeye başlaması ve kilo kaybetmem öyle bir haz vermişti ki bana bunu daha da hızlandırmak istiyordum. Ve sabahtan akşama kadar sadece su içmeye ve akşamasaysa sadece 2 ufak parça bitter çikolata yemeye başladım. Fakat bu bitter çikolata da yaklaşık Bi 5 gün sonra miğdemi bulandırmaya başlamıştı ve onun yerini 1 bardak meyve suyu aldı. 2. 5 ay boyunca gün içinde sadece su ve akşam yemeği olarak 1 bardak meyve suyu tüketerek 35 kilo verdim (tabi spor da yapıyordum ve henüz gelişme çağında olduğum için metabolizmam hızlıydı). 9. Sınıfa 66 kilo olarak başlamıştım. Zayıfladığım için özgüvenim yerine gelmişti ve okulda arkadaş edinmeye başlamıştım okulum kız meslekti. Ve okuldaki herkes öğle yemeği yiyordu ben de artık yavaştan böyle öğünler almak istedim ve denedim ama bu sefer uzun bir süredir yemediğim ketçaplı köfte ekmeğin tadı gelmiyordu. Yerken ağzımda bir kuruluk oluşturuyorlardı ve ağzım yapış yapış oluyordu gırtlağımdan zar zor iki lokma geçirdikten sonra doyumsuz bir hale geldim ve param bitene kadar kantinden abur cubur alıp hepsini tek bir tenefüste bitirdiğimi hatırlıyorum (ilk krizim) tabi bu krizden sonraki gün kendimi oldukça ağır hissettim ve tartılmaya karar verdim. 1 kilo fazlam vardı ve bu beni yıkmıştı. Verdiğim kiloları bu krizin hep devam etmesiyle geri alacağımı sanıp ölüm diyetime halen daha devam etmiş bulunmaktayım. Bir süre kilo alkışlarım durdu ve şuan hala aynı kilodayım lütfen yardım edin
2 notes · View notes
deliliktir · 3 years
Text
Giden 2020 ve Geçen Hayat
Her yıl şu yazıyı fantastik zamanlarda yazmak gibi bir becerim oldu artık. Ne zaman yazacağımı ben bile kestiremiyorum. Normalde Ah Eshot Ah dönemi içindeyiz ama kronolojik yayın sırası önemli benim için.
Neyse en sonunda yine klasik ama kimsenin klasik olduğunu pek bilmediği yazının yenisine. Geçtiğimiz Mayıs'tan beri başıma gelenler olacak özetle. Korona var diye daha mı az şey oldu yoksa o kadar çok şey yaptım ki zaman algım kaydığından hiçbir şey yapmamışım gibi hissediyorum bilmiyorum.
Geçen sene Eurovision'un iptali sonrasında ödevlerle geçen bir süreç oldu başta diyebilirim. Dönem sonuna kadar ödevler yaptım. Hatta okullar salgın nedeniyle tatil edilmeden önce aldığım kitabın süresi uzatıldı. Hatta o kadar uzattılar ki önümüzdeki Ekim ayına kadar kitap bende kalabilir. Kitap bende bir yıldır olmasına karşın hala ceza ödememek garip bir his.
Onun dışında tam kapanmanın etkisiyle stajımın ilk 6 ayının yarısı kapanma ile bitti. Mazbatayı ise 6 ay bittikten bir buçuk ay sonra anca alabildim. Sonrası biraz da açılmalara denk geldiğinden benim için normal ama birçok kişi için esaretten kurtulmuş misali bir süreç oldu. Bu arada söylemem gerek, pandemide yaşadığım en büyük değişiklik ev halkının normalden çok daha fazla evde kalması. Onun dışında -Neredesin Firuze'deki gibi- ben hep evdeyim. Daha doğrusu evdeydim.
Evdeydim diyorum zira stajda bir yerde çalışmak da gerektiği için çalışmaya da başladım. Stajyer olmayı doruklarıma kadar yaşadım diyebilirim. Ve kesinlikle beni liseden tanıyan birçok kişi tam kendin için olan bir ofis bulmuşsun der. Koşmayı seviyorum ama bu kadar çok ve stres altında koşmak yorucu. Bazen gerçekten koşmak bıktırıyor. Esasen yürümeyi her zaman koşmayı tercih ederim ama bazen tüm hızla koşmak insanı güzel deşarj ediyor. İş hayatı özetim bilginin peşinde koşturmaca ve hep bir şeyleri yetiştirmece desem abes olmaz galiba. Süreli iş denen olgu sinir bozucu.
Koşmak demişken, bu arada maske ile tempolu hareket etmek zor. Zaten sürekli maske takılı kondisyon vs. ölüyor. Bende zaten ölü olduğu için daha da öldü. Hız konusunda hala hızlanabiliyorum ama hızı koruma konusunda bitmişim. Ama İzmir'de trafik olduğu için bazen koşmama gerek kalmıyor. Bazen çok absürt mesafelerde az mesafede veya yavaş koşarak ya da hiç koşmayarak otobüse falan yetişebiliyorum. Bu bazen çok garip geliyor. Zamanında bunun için mi koşuyordum diyorum. Ama şartlar her iki dönemde farklı. Koşmak demişken değinmek olmaz, halı sahalarla aram o kadar açıldı ki en son ne zaman halı sahaya gittiğimi hatırlamıyorum.
Bu arada söylemem gerekli, yok lisede bizi zorluyorlar falan diyene iş hayatını göstermek lazım. Ben üniversitede bile öğrencilerin yattığını düşünüyorum. İş hayatının saat düzeni bile başlı başına ayrı konu. Gerçekten üniversite sınavını da dahil ederek söylüyorum: Lise insanın rahat olduğu dönemlerden biri. Üniversite sorumlulukla birlikte serbestinin de arttığı bir dönem olduğu için yine rahat. Ama asıl her şey sonrasında başlıyor bence.
Geçtiğimiz Eylül'den beri çalışıyorum. Evde kalmayı özledim. Onun da ayrı bir rahatlığı vardı. Ve iş gereği insanların dertleriyle uğraştığımız için her şey daha kritik olabiliyor. Uzun uzun iş anılarımı anlatırım ama gerçekten mecalim yok. Ama kendi kendimi strese soktuğum, bazen koşullar gereği yoğunluk altına girmek zorunda olduğum zibilyon an var. Ve tahminimde de yanılmadım. Avukatlık benim için çok stresli, belli ölçüde dengesiz, özellikle duruşma özelinde gereksiz fazla bekleten bir meslek. Üniversiteye girmeden önce aklımda olan her şeyin tek tek karşıma çıkması sürpriz olmadı. Ama gerçekten de insan bazen haklı olmak değil mutlu olmak istiyor. Doğrusu mutsuzum diyemem, sadece yoruluyorum. Fiziksel olarak eskiye göre daha fazla yorulsam da hala sorun olmuyor ama zihinsel olarak bazen çökme noktasına geliyorum. Hatta o kadar çok yazmak zorunda kalıyorum ki artık bir şeyler yazmak istemiyorum bilgisayarda. Bir şey yazmamak tatil gibi hissettiriyor. Ondan dolayı tam bir tüketim insanına dönüşmüş vaziyetteyim.
Tabi bu süreçte de İzmir birçok şeye ev sahipliği (!) yaptı. Korona yokmuşçasına bir deprem oldu. İnsanın ne yapacağını bilemediği, bu sefer gittik dediği bir deprem. Açık söyleyeyim, her ne kadar depremin sonuçları kötü ve acı olsa da çok daha kötüsü olabilirdi (vefat edenlere Allah yeniden rahmet eylesin). Bazen gerçekten şansa yaşıyoruz dediğim anlardan biri. Ondan sonra adliyelerden biri hasar gördüğü için yıkıldı, diğer ikisinde tadilat yapıldı. İş dengesini de etkileyen şeylerden biri. Hatta bu yüzden staj bitişi için başvurumu bir ay daha geç yaptım.
Devamında ise bir buçuk ay sonunda yeminimi ettim ve avukat oldum. Tabi salgının sonucu olarak online tören ile oldum. Her ne kadar fiziki tören daha iyi olsa da kıyafet ve bir yere gitme dertlerinden kurtulmuş olmanın rahatlığı ile tamamladım töreni. Yalnız yemini hatasız yapsam da gereksiz hızlı yapmışım. Ettikten sonra fark ettim. Benden iki-üç ay sonra kısıtlı olarak açtılar. Ama her gelen yanında anca iki kişiyi getiriyordu kuralı saçmaydı yalan yok şimdi.
Online demişken şimdi aklıma geldi. Online ders garabetiyle baro derslerinde de karşılaştım. Hatta bu sefer çalışırken girmek oldukça can sıkıcıydı. Yüksek lisans öğrencisi olduğumdan seçmelilerden muaftım ama seçmeliler yazın, zorunlular Eylül-Ekim döneminde oldu. Yoklama almak en çok burada dert oldu herhalde. Girdiğim derslerde yok yazmışlardı ama daha sonrasında bir şekilde silindi de bitirebildim.
Belirtmem gerek, sorumluluk dışında avukat olduktan sonra hayatımda çok bir şey değişmedi. Belli ölçüde mesleğin sorunları hayatınızı kaplamaya başlıyor ama. Hakimi ayrı, savcısı ayrı, kalemi ayrı, müvekkili ayrı yoruyor. Hoş bir tabir değil belki ama gerçekten de başkalarının derdi bizi geriyor. Öte yandan şu an staj yaptığım yerde devam ettiğim için kendimi şanslı görüyorum. Açıkçası kendi ofisini açmaya pek gönlü olmayan biri olarak -hatta buradan ayrılırsam avukatlık yapmama ihtimalim de yüksek- başlangıç için iyi diyebilirim. Ama ileride ne olur onu bilmiyorum. Sadece şu noktada birçok yararlı şeyi gördüğüm için mutlu olduğumu söyleyebilirim. Yararlı bir süreç oluyor benim için.
Öte yandan işin hayatımdaki somut faydalarından biri de sel felaketinde iş gereği şehir dışında olmamdı. Eskişehir'de gayet güzel bir havada işlerimi yaparken İzmir'de bayağı tatsız şeyler yaşandı. Onun dışında ofisim HDP il binasına yakın bir yerde ama o olay olduğu sırada ben Foça'daydım. Yine vefat edenlere Allah rahmet eylesin.
Yüksek lisans yönünden de tez dönemindeyim. Ama bu sene bitmeyeceği kesin diyebilirim. Öğrencilik hayatımda ilk defa belirlenen alt sürede bir şeyi bitirmeyeceğim sanırım. Ama iş yoğunluğu gerçekten başka bir şey yapılmasını engelliyor. Hafta içi iş sonrası bir şeyler okuyup yazmak zor. Hafta sonu da insan yatmak istiyor. Ondan bu yazı vs. de gecikiyor biraz.
Bu arada DEÜMBM'nin son kez yapılması pandemi yönünden de ilginç oldu. Zaten yapamayacaktık, güzel bir finalle kapattık gibi oldu. Her şeyde bir hayır var diyor insan. Emekli olduğum için de mutluyum artık diyebilirim. MBM dünyası zaten yorucu olmaya başlamıştı.
Bir de şükür ki hala korona olmadım. Aşıda da ilk dozu oldum. İkincisini bekliyorum. Orada da hakkımızda hayırlısı demekten başka bir şey gelmiyor. Kısıtlamalar kalktıktan sonra insanlar yine uzun yıllar süren esaretten kurtulmuş gibi hareket etmeye başladı. Bakalım sonumuz ne olacak?
Bu arada bu seneki tam kapanma benim için pek olmadı. Ben yine işe gidiyordum. Hatta İzmir o kadar boştu ki uzun zamandır bu kadar keyif almamıştım şehir içi yolculuktan (merkez ilçeler için, yoksa Urla, Çeşme ve hatta Nazilli'ye gitmek hobi olmakla birlikte zevkli oluyor). Acaba hep mi kapansak dedim ama hayatın gerçeklerini atlamamak gerek.
İstersem olay olay anlatabileceğim çok şey var ama çok da uğraşmak istemiyorum yalan yok. Arada kısa yazmayı da öğrenmem gerekli sanırım. Ondan dolayı yazmam gerektiğine inandığım birkaç şeyi ekleyip bitireceğim sanırım. Enerjimi Ah Eshot Ah'a saklamam daha iyi sanırım. Orada iş nedeniyle yazabileceğim çok şey var.
Son olarak çevremdeki herkes evleniyor veya nişanlanıyor. Yasakların kalkmasıyla patlama oldu adeta. Sonra aklıma geliyor, mezun olalı iki sene olmuş. Başlaması gayet doğal diye. Pandemi gerçekten herkesten bir sene çaldı dostlar. Üniversite yıllarında kayıp yaşayanlar için gerçekten üzgünüm.
Gelelim yine kendi kendimi çekiştirdiğim bölüme. Bu kısım sanırım bu sefer daha uzun olacak öncekilere göre. Açıkçası iş yönünden de düşününce kendime kızmak için daha çok sebebim var. Hala kendimde sevmediğim, kızdığım birçok şey var. Geçen seneye göre kendime daha öfkeliyim diyebilirim. Bunlar kendi kendimi tüketeceğim şeyler değil ama var olduğu da bir gerçek.
Öte yandan insanı beklentiler yıpratıyormuş. En çok bunu gördüm diyebilirim. Basit bir beklenti olsa bile hatta temel konu ile ilgili hiçbir şeyi değiştirmeyecekse bile işler beklentiyle uyumsuz gidince insan yıpranıyor. Sonucu kendisi için olumlu olacak olsa dahi o gidişat yoruyor. Her işte hayır vardır demiştim. Buna inanarak yaşasam da bazı şeylerin yorucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bir olaya ilişkin yaşanan bütün süreçte insan kendini "bak bu sefer değişecek" dediğinde ama sonrasında hatrı sayılır ölçüde kendisinin de katkısı (!) nedeniyle hiçbir şeyin değişmediğini görünce insan kırıldığı gibi kendine kızıyor. Kendini sorguluyor. Önceki paragrafta da dediğim gibi, sonucu kendisi için daha iyi olacak olsa dahi durum böyle. Hatta bazen işin diğer tarafları için hayır seviyesini görünce insan ne diyeceğini bilemiyor (burada Arka Sokaklar Mesut gülüşü olduğunu düşünün). Ondan dolayı her işte hayır vardır sözü tek yönlü düşünülmemeli gerek sanırım.
Ama her ne kadar beklentilerin yaratacağı potansiyel sorunlardan bahsetsem de beklentiler yine ayakta tutuyor sanırım insanı. Bir beklenti gidiyor, yenisi geliyor. Yeni planlar kuruluyor. Son dönemde hayata dair heyecanım pek kalmamış olsa da birkaç ufak beklenti yine umutları taze tutuyor hayata karşı. İnsan hayatı sürprizlere dolu tabi ki. Ne olacağı hiç belli olmuyor. İnşallah her şey herkesin gönlüne göre ve en hayırlısı olacak şekilde olur.
Bu sene de böyle geçmiş. Sanırım uzun zamandan beri olmadığı kadar kısa oldu. Benim için ne kadar kısa olabilirse. Sanırım Issız Adam incelemesi daha uzundu. Neyse, daha fazla uzatmadan bitireyim. Kapanış şarkısını da aşağı bırakayım (Şarkının özel nedeni yok, son dönemde o takıldı aklıma). Bakalım hayat bizlere daha neler gösterecek? Görüşmek üzere.
Emre Yücelen - Kaldırım Çiçekleri (Ayşegül Özüdoğru ile birlikte) https://www.youtube.com/watch?v=HxwMbZ8zyV4
0 notes
subjectmag · 4 years
Text
Utku Ergin
Tumblr media
Subject Dergi’nin ilk sayısının teması olan “mizah” için konuşulabilecek en iyi komedyenlerden biriyle konuşma fırsatımız oldu. Utku Ergin’le nasıl başladığından ve gelecekte neler yapmak istediğinden bahsettik. Geçmişinin de bir kısmını oluşturan reklam kampanyası hakkında da konuşmadan edemedik. İyi okumalar!
Stand- up yapmaya nasıl başladın? Nasıl bir süreçti?
Hayatım boyunca etrafımdakilere hikaye anlatan, taklitler yapan, hazır cevap olmasıyla bilinen ve insanları güldürmeye çalışan biri oldum. Benden büyük ya da küçük olmalarıyla ilgilenmezdim yani, güldükleri sürece ben anlatırdım bir şeyler. Günlük hayatta komik bir adam olduğumu düşünmem ve çevremde de öyle bir kanı olması beni motive etti ilk olarak. İş olarak yapmayı düşündüğüm bir şey değildi başta, zaten Türkiye’de stand-up komedyeni olmak için yürüyebileceğim belli bir yol da yoktu o dönem. İlkokuldan beri müzikle uğraşıp sahneye çıkıyordum zaten. Üniversitenin son dönemlerinde sahnedeyken şarkı söylemekten daha fazla aralarda insanlara bir şey anlatıp güldürmekten keyif aldığımı fark ettim. İlk gösterimi üniversitede bir derste yaptım. Stand-up kültürünü çok seven bir hocam sabah dersinin yarım saatini bana verdi, ben de çıkıp anlattım. Sonra kendime bir gösteri organize ettim başka bir yerde, 2012’de. Biraz cahil cesareti şov oldu, birkaç haftada oluşturduğum bir gösteri vardı, ilk deneyimimde çıkıp 1 saat kadar gösteri yaptım bir mekanda. Şimdi düşününce kimseye tavsiye etmeyeceğim bir başlangıç, tamamen işe küstürebilecek bir deneyimdi ama şanslı günümmüş, iyi geçti. Ankara’da denedim bir süre, bir doğaçlama tiyatro ekibinin yanında sahne alıyordum, onların oyunlarının ortasında çıkıp 10-15 dakika bir şeyler anlattım bir süre. Sonra hafta sonu kendi oyunumu oynamaya başladım ama hiçbir şey olduğu yoktu. Ankara’da başka mekan da yoktu bu işi yapan o dönemler. Hiçbir planım olmadan İstanbul’a bir arkadaşımın yanına kalıcı misafir olarak geldim. Ekonomi mezunuyum ama gündüz bankacı gece komedyen bir hayat yaşamak da çok tuhaf olacak diye kreatif endüstrilerde çalışmak istedim. Bir reklam ajansında staj yapmaya başladım, o aralar İstanbul’da tek kişilik gösteriler yapıyordum. Burada da pek nasıl olacağına dair bir ışık yoktu aslında, bir tane komedi kulübü vardı İstanbul’da, orası da pek aktif değildi o dönem. Nasıl olacağını bilmiyordum ama hayatta en fazla istediğim şey oldu komedyen olmak.
Türkiye’deki ilk açık mikrofonu kurdunuz bir ekiple. Nasıl bir motivasyon ve hedefle kurdunuz. Sanırım şu an açık olmayan Old City’deydi açık mikrofon.
Evet, o dönemler ben İstanbul’a taşınalı birkaç ay olmuştu. Tek kişilik gösterilerim oluyordu ama başka bu işi yapan kimseyle tanışmamıştım. Hatta o kadar kimse yoktu ki ortada, Açık Mikrofon başlayana kadar “ulan gerçekten bu işi bizim jenerasyonda yapmaya çalışan kimse yok galiba” dediğim oldu. Sonra Facebook’ta bir etkinlik gördüm, Murat Gençoğlu Old City Comedy Club’ta bir event açmıştı. Konuştuk, çok bir plan yoktu başta, deney gibi oldu biraz. İlk etkinlikte mikrofon falan yoktu. Sonra bir araya geldik, bende o zamanlar reklam ajanslarından falan biraz çevre ve biraz da sosyal medya reklamı falan gibi bilgiler edinmiştim. Birilerini çağırmaya ve etkinliği duyurmaya başladık. İlk haftadan sonra 3 kişi olarak Açık Mikrofon’u her hafta organize etmeye başladık. Bugün yeni neslin en başarılı isimleri olan neredeyse herkesin yolu orada kesişti zaten. İlk 2-3 haftada bomboş ve müsamere havasında bir şey yaparken, 10. Haftada Old City Comedy Club’a sığmadığı için gelenleri kapıdan çeviriyorlardı.Her şey iyi giderken bir gün öğrendik ki Old City kapanacakmış. İstanbul’a ilk geldiğim dönemde BKM Mutfak’tan birileri gösterimi izlemişti, ben de onlara gittim. Bizim böyle bir gösterimiz var, burada yapabilir miyiz dedik. Bir hafta deneyelim dediler 2014’te, o zamandan beri her Çarşamba devam ediyor Açık Mikrofon.
İlk motivasyonumuz sahne bulmaktı tabii. İlk 2 yıl çok verimliydi özellikle,bugün tek kişilik gösterisi olan ve şehrin çeşitli yerlerinde gösteri yapan neredeyse herkesin şakalarını ilk anlattığı, denediği gösteri oldu Açık Mikrofon. Sonra bir çok Açık Mikrofon’lar olmaya başladı başka yerlerde.Ben de 2 yıl boyunca hem organizasyonunu üstlendim, hem de her hafta sahne alan ekipteydim. Artık BKM organizasyonu kendi yürütüyor ama hala arada onlarla sahneye çıkıyorum.
Ama çok gurur duyduğum bir iş, bugün komedyenlik yapan herkesin hayatına bir şekilde dokundu. Organizasyonunu yaptığım 2 yılda 80’den fazla farklı komedyen sahne almıştı, şimdi herhalde çok daha fazladır. Amacına ulaştı bazı anlamlarda. Hala Türkiye’de bir stand-up komedyeni için yeterince profesyonel bir kariyer yolu yok ama en azından bir başlangıç noktası var.
2018’de, sizin de gösterinizde konu edindiğiniz o reklam yayınlandı. Müthiş diksiyonlu ama itici bir reklamdı. Olumlu bir etkisi oldu mu?
O reklam aslında global bir kampanyanın Türkiye ayağıydı. 8 ülkede 8 farklı komedyenle çalışarak yaptılar, çekimler de yurt dışındaydı. Orada markanın temsilcisi olan kişinin özel talebiyle biraz o tuhaf diksiyonlu durum oluştu. Benim için de enteresan bir deneyim oldu. Reklamın 1 yıl boyunca yayınlanma hakkı vardı ama insanların günde 18 kere görebileceğini falan hayal etmedim tabii. Bence YouTube’da insanların önüne bu frekansta çıkacak herhangi bir reklam içeriğinin sevilme şansı yok o yüzden temel sorun içerik değil diye düşünüyorum.
Olumlu etkisi güzel bir gösteri materyali çıkarması oldu. Bir de 1 yıllık süre bittiğinde bu süreçte başıma gelenleri Ahmet Kaya’nın “Nereden Bileceksiniz” şarkısı eşliğinde, “Özür Dilerim İnternet” diye bir videoya dönüştürdüm, keyifli bir şey oldu. Başka bir olumlu etkisi varsa yakın zamanda görmeyi temenni ediyorum!
Şu an BKM’de ve diğer sahnelerde Adaptasyon Hayvanı isimli gösterinizi yapıyorsunuz. Onun dışında da ara ara sizi bazı açık mikrofon etkinliklerinde ya da Uykusuz ekibinin yaptığı stand up gecesi gibi farklı sahnelerde de görüyoruz. Farklı ekipler, farklı ortamlarla aynı sahneyi paylaşmak konfor alanınızdan çıkarıyor mu?
Komedyenlerle çok geyiğini yaptığımız bir cümle vardı Açık Mikrofon ilk başladığında: “stand-up çok münferit bir iş”. Ekiple olmak güzel tabii ki, birbiriyle uyumu olan ya da benzer hedef kitleleri olan komedyenlerin birlikteliklerinden iyi işler de çıkıyor ama günün sonunda tüm işi tek başına yaptığın bir şey. O yüzden konfor alanımı benim şahsen çok bozmadı. Bir de Açık Mikrofon’u organize ettiğim dönem boyunca bu işi yapan neredeyse herkesle aynı sahneyi paylaştığım için, başka yerlerde de farklı insanlarla değil, aslında aynı insanlarla sahne alıyor oldum.
Komedyenleri en fazla geliştiren şeylerden biri birbiriyle yaşadığı etkileşim oluyor bence. O yüzden başka sahneler görmek, başka seyirciler görmek çok iyi oluyor. Farklı profilde seyirci gruplarını güldürebiliyor olmak profesyonel komedyen olmak için gerekli bir şey. O yüzden o konfor alanından zaten çıkmak lazım.
Stand-up komedyeni için gelişebilmenin en iyi yolu gerçekten maksimum seviyede sahne tecrübesinden geçiyor.
Tumblr media
Stand-up ‘ın merkezi ABD diyelim. Oradaki büyük sanatçılar kendilerine sürekli yeni bir alan yaratıyor. Siz de Instagram’da yeni videolar çekmeye başladınız ve sık sık da canlı yayınlar açarak interaktiflik kattınız. Kafanızda bu iş için gidişat var mı yoksa daha spontane şekilde içinizden gelen sevdiğiniz şeyleri yapmak mı ilk hedef?
Geç bile kaldığım bir şey olduğunu düşünüyorum bu yaptıklarım için. Ben bütün enerjimi sahneye aktardım geçtiğimiz yıllarda. Ama sahnede yaptığımız şey ister istemez lokal kalıyor. Zaten ülkenin genelinde böyle bir kültür yok, komedi kulüpleri çok az yerde var. O yüzden çok iyi de olsanız, kötü de olsanız geniş kitlelere ulaşamıyorsunuz. Buna çözüm olarak komedyenlik yaptığım, stand-up sahneleri haricinde bir mecra arayışındayım aslında bayadır. Bir dönem Bi’ Limon Bi’ Sirke diye bir YouTube kanalı açtım, kadın erkek ilişkileri üzerine bir skeç kanalıydı. Aynı isimli bir radyo programı yaptım Kent FM’de. Ama sürdürülebilir olmadı. Instagram o yüzden iyi bir çözüm oldu benim adıma. Instagram’da da aslında bir dekoru, kostümü, ambiyansı olan videolar yaptım. Belki biraz daha az çabalı ve sık üretilebilir konseptlere yoğunlaşmak lazım hatta. Benim istediğim durmadan tiplemeler yaratıp, Instagram hesabım üzerinden bir skeç şovu ortamı oluşturmak. İyi de başladı aslında. Birbiriyle çok alakasız profillerde tiplemeler yapmaya başladım. Bir tanesi çok sivrildi, Tutkum Boğuşmak. Türkiye’nin en önemli ilişki uzmanı ve seksoloğu. Sonra o tiplemeyle canlı yayınlar da yapmaya başladım. İnsanlar baya evine rose şaraplarını alıp, canlı yayın beklemeye başladılar.
O yüzden bu ay ilk kez bu karakterle canlı bir etkinlik yaptım Kadıköy’de. 2 saat boyunca Tutkum Boğuşmak karakteri oldum ve tamamen doğaçlama bir soru cevap etkinliği oldu, ben de çok keyif aldım. Şu anda hedefim bu yaptığım videoların frekansını artırıp, daha fazla insana ulaşabilmek.
Aynı zamanda da reklamcısınız. Sürekli bir yaratıcılık sürecini yönetmeniz gerekiyor. Bunun dışında sahneye hazırlanırken nasıl bir mesainiz var?
Evet, FCBRAM’de kreatif direktörlük yapıyorum, reklam yazarıyım bir yandan da. Ama reklamcılık çok yoğun mesailerin olduğu ve iş bittiğinde de sizi bırakmayan bir iş. O yüzden yorucu bir hayat formum var. Uzunca bir süredir yeni şeyler yazamıyorum istediğim sıklıkta gösterim için. Bu yazı buna ayırmayı düşünüyorum o yüzden. Sahneye hazırlanma kısmı aslında açık mikrofonlarla oluyor. Ben şu ana kadar çıkardığım bit’lerin çok büyük çoğunluğunu sahnede şekillendirdim. Bir konsept ve birkaç ana hat belirledikten sonra sahnede kendimi serbest bırakıp zamanla şekillendiriyorum. Tek kişilik gösterilerimin öncesinde, daha önceki gösterilerimi izleyip notlar çıkarıyorum ama prova yapmıyorum. Çoğu gösterim de bir iş gününe denk geldiği için aslında biraz telaşlı bir süreç oluyor ama her şeye değer bir hazzı var bu işin.
Sahnede yapacaklarınızın planı ya da akışı duruma göre değişebilir diye düşünüyorum B planın var mı sahne için?
Her şey planladığın gibi gitmeyebiliyor gerçekten. Seyirci profili, o günün gündemi, benim ruh halim gibi birçok şey çok etkiliyor aslında gidişatı. Ama anlık değişimler yapabilecek kadar fazla setim oldu artık o yüzden bir B planı planlamıyorum ama gerektiğinde uygulayabiliyorum. Bir de ben seyirciyle çok fazla interaksiyona giriyorum. Aslında en temel B planım o diyebilirim.
Bu benim şahsi görüşüm yanlış bir tespit yapmış olabilirim ama Türkiye’de iki tip stand-up sanatçısı görüyorum. Biri metnine güvenen ve asla çıkmayan olabildiğince metnine sadık kalanlar bir de metnine zaten güvenen ama bunun dışında ciddi bir oyunculuk performansı sergileyenler var. Benim için siz ikincisine daha yakınsınız ve bu etki seyirciye de geçiyor. Bu sizin karar verdiğiniz bir şey mi yoksa yavaş yavaş mı şekillendi bu tarz?
Bu aslında seçilen bir yol değil de sizin yetenek setinizin sizi yönelttiği bir şey oluyor. Bütün stand-up komedyenleri büyük oranda bir metne bağlı yapıyorlar bu işi aslında ama ne kadar sıkı bir bağlılık olduğu size bağlı. Ama dediğin gibi zamanla oturuyor o durum. Ben yüksek bir enerjiyle yapıyorum bu işi sahnede. Birçok tiplemeye girip çıkıyorum ve aralarda seyirciyle konuşuyorum. Hatta önceden hazırlandığım ve metni olan bir şakadan daha çok o an aklıma gelen bir şeyi söylemek ya da bir diyalogla oluşan bir şaka yaratmak daha fazla keyif aldığım bir şey.
İnternetten bahsettiğiniz bölümler var gösterinizde, popüler konular anlaşılabilirlik açısından güvenilir olsa da internetin hızıyla beraber konular da çok hızlı değişebiliyor. Esprilerin süresinin dolduğunu sahnede mi anlıyorsunuz yoksa evde çalışırken artık bu espriyi yapmayayım diyerek çıkardığınız oluyor mu?
Zamansız şakalar var elbette ama komedi çok güncel bir iş. Özellikle sosyal medya dinamikleri o kadar hızlı değişiyor ki, şakasını yapmak için de güncel kalmak zorundasın. Sanırım o şakanın sahnede eski yarattığı reaksiyonu yaratmamasıyla anlıyorsun ilk. Ama bazen de çok ortada bir duruma dönüşüyor. Zaten bunun artık geçerliliği yok diyorsun ve artık emekliye ayrılıyor.
İnternetin ortaya çıkardığı doneler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok iyi ve çok kötü bir sürü şey. Komedi sektörü özelinde de internet çok şey değiştirdi. Bir kere standartları yükseltti. İnsanlar Netflix Special’ını izlediği komedyenlerle sizi kıyaslıyor gibi durumlar var. Başta daha fazla iş üretebilmek, daha fazla insana ulaşabilmek için harika çözümler sundu. Ama her mecra, kısa süre içinde doyum noktasına gelip kendi büyük isimlerini yarattı. Sonradan gelen halkaların da biraz şansı azaldı. Artık YouTube’a özgün içerik yaratırım ve fark ederler demek biraz hayalperestlik oluyor. Instagram için de böyle. Bu alanları da profesyonel medya şirketleri yönetiyor artık, o yüzden TV’den alıştığımız düzenin çok değişmediği bir yapı var. Yine de çeşitlilik açısından, ya da bir komedi izleyicisi olarak bakınca güzel.
İngilizce gösteriler de yapıyorsunuz, geri dönüşler ve çalışma süreciniz nasıl? Karşınızdaki insanın kültürünü ve dilinin inceliklerini bilmeden espri yapmak zorken uzun uzun sahnede kalmak gerçekten büyük bir külfet oluyordur diye düşünüyorum.
İngilizce gösteri yapmanın en büyük faydası hangi şakalarımın uluslararası seviyede olduğunu öğrenmek oldu. 2016’da başladım İngilizce gösterilere. O zamandan beri yazdığım çoğu şakanın İngilizce de yapılabilir olmasına dikkat ediyorum aslında.
Özellikle İngilizce gösteriler için baştan bir gösteri yazmadım ben, elimdeki materyalin İngilizce’ye uyarlanabilenlerini uyarladım. Ekstra bir külfeti yok aslında. Tabii ki kültürel dinamikler etkiliyor ama Türkiye’de yapılan bir İngilizce gösteri olduğu için, burada yaşayan bir yabancının da anlayabileceği referanslar içeriyor. Reaksiyonlar Türkçe’den daha az
olmadı hiç. Bir de dil olarak İngilizce komediye gerçekten çok yatkın bir dil, daha net bazı şeyler. İngilizce gösterilere gelen kitle de gördüğüm kadarıyla gülmeye daha açık bir kitle. Hem alternatif azlığında hem de tabii geldikleri ülkelerde daha fazla stand-up izlediklerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Benim başka ülkelerde de deneme imkanım oldu, çok iyi deneyimlerdi. Yaptığım gösterinin orada da çalıştığını görmek çok güzel bir his tabii.
Sizin en çok güldüğünüz, beslendiğiniz şeyler neler? Bir dönem insanların internetteki personalarına takmıştım kafayı. Oraya kendimizi yansıtma şeklimiz falan en komik bulduğum şeydi. Artık 30 olmak üzereyim, biraz daha içsel meselelere döndüm şimdi. O yüzden daha kendi çaresizliğinden mizah üreten işlerden keyif alıyorum. Hannah Gadsby ve Daniel Sloss’un bu yıl çıkardıkları stand-up special’larını çok sevdim o yüzden. Hala devam eden komedi dizilerinden en sevdiğim şey It’s Always Sunny in Philadelphia. Emrah Ablak’ın Instagram’dan paylaştığı story’leri çok komik buluyorum. 97’li bir kardeşim var, birlikte yaşıyoruz. O yüzden daha millenial tayfalar neye gülüyor diye onunla sık sık konuşuyorum. Bir de komik olma niyeti olmayan İngiliz belgeselleri var. Yaş farkına rağmen aşk falan gibi meseleleri inceleyen, baya komik bence.
Tumblr media
Teşekkürler!
0 notes
cicek-hanim-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
On/Ocak/İkiBinOnYedi
Yılardır farklı yerleri geziyorum gözlemliyorum. Arkama dönüp baktığımda en büyük pişmanlığım bunları doğru düzgün yazmamak oldu. Zaten çok hızlı unutyorum her şeyi. Dönüp bakıp okuyup hatırlayacağım bir şey olsun istiyorum artık. Her seferinde niyetlendim bir türlü olmadı. Bir keresinde başladım devam ettiremedim ama inşallah bu kez kararlıyım. Az da olsa yazıp burada toplayacağım. Sadece seyahat değil, kalemime ne gelirse.. Arada eskiden yazdıklarıma throwback yapıp arada da yeni yazılar yazarım artık fotoğraflar eşliğinde. 8 ay önce farklı bir mecrada yazmaya başlayıp bırakmışım. Washington’da şu an gece 12 ve yarın gitmem gereken bir stajım var. Ol sebepten siz yeni uyananlara hayırlı sabahlar dileyip başlangıç niyetine ‘’eski bir başlangıç yazısı’’nı koyup uykuya gidiyorum. 10 ocaktan 3 mayısa timeception lı bir başlangıç oldu galiba :) 
*Foto: Al Hamra Sarayı-Endülüs / Nisan 2016 Credit: Me 
‘’ 🌸üç/mayıs/ikibinonaltı🌸
*Kaç kez artık yazmaya başlayacağım deyip de kaleme uzanmaya bile üşenmiştim. Üşengeçlik son zamanlardaki karakteristik özelliğim olmuştu ve ben bu durumdan çok muzdariptim. Balın içindeki bir damlacık sirke gibi beni mahvetti geliştirdiğim bu özellik. Evet. Tam bir mahv olma hali.
*Kendimi o kadar yalnızlaştırdım, o kadar suskunlaştım ki artık yazmaktan başka çarem kalmadı gibi. Şimdi bir can simidine sarılır gibi sarılıyorum yazmaya. Tek arkadaşıma. Başıma gelenler beni öyle bir hale getirdi ki sorumsuz birisi olmaya başladım. Bu yüzden kendime tahammül edemiyorum. Kendime birazcık olsun tahammül edebilmek için yazmaya başlıyorum. Yoksa kafamın içinde pinpon topu gibi seken düşünceler beni ya hasta edecek (olmamışım gibi yaz) ya da öldürecek.
*Sabah bir mülakattan çıktım -onu da yazacağım inş- ve Mim Kahve'ye geldim. Kahvaltımı yaptım ve bir Osmanlı kahvesi ısmarladım kendime. Nasıl olsun dedi garson. Orta dedim. O esnada masada saatlerdir duran ama farketmediğim dergi ilişti gözüme: Orta Şeker. Yüzümü boğaza, Galata'ya, denize, maviliğe, Rüstempaşa'ya, Yeni Camii'ye, Süleymaniye'ye ve fakat en çok da kendime çevirmek için gelmiştim buraya.
Orta Şeker.
Sayfa 17.
“Sadakatsiz değilim sevgili türbülansa girdim sadece.”
Bir hafta önce Endülüs'ten dönerken girmiştik türbülansa. Ümit ile korku arasında sallar insanı türbülans denen bu meret. Ölüm düşüncesini gündemine oturtur insanın. İnsan nefesini tutar, geçmesini bekler. Benim girdiklerim hep geçti. Hep ümit makamına çıktı sonu. Şimdi düşündüm de benim bu hiç geçmemesinden korktuğum, boğuluyormuşum gibi hissettiren şu halim de bir türbülansa girme hali olabilir mi? Ben de böyle avutabilir miyim kendimi türbülansa girdim sadece diyerek?
Sayfa 20.
“Yorgun kelimeler birikiyor zihnimde
Gitmek bilmeyen, tükenmeyen..
Yarım kalmışlıkların girdabında bekliyor;
Umuda ulaşmayan hisler, aşılamayan yollar”
Ne güzel tevafuk! İyi ki Allah yolumu buraya düşürmüş diyorum içimden. Şu satırlarda yazarın çiziktirdikleri değil mi benim parmaklarımı şimdi kalemle buluşturan. Ve ben bu aralar kendime rağmen yaşamaya devam ederken umuda ve ümide ulaşmak değil mi duam? Orta şeker, orta şekerli dergiler. Bu ne hoş bir tevafuklar silsilesi. Tevafuklar demişken bir şey daha geldi aklıma ama ilk yazımı fazlasıyla uzattım sanırım.
Öğle ezanı okunuyor ve biz yeni bir yola çıkıyoruz. Felâha mı dersin? مع السلامة ‘’
1 note · View note